Sanatı "Haz" unsuru yapmak.


İnsanoğlunun varoluşundan bu yana sayısız medeniyet kurulmuş, türlü zorluklardan geçilmiş ve dünyayı anlamak için birçok alanla ilgilenilir olmuştur. Felsefe, bilim, aşk, sanat; edebiyat, müzik gibi evreni okumamızı ve anlamlandırmamızı sağlayan bu birçok nimet insanın yaşam gayesi haline gelmiştir. Varoluş amacını unutan insanoğlu yaşama tutunmak gayesiyle tatminliği ‘anlık ve geçici’ şeylerde aramıştır. Fakat burada bilim, felsefe ve tıp gibi, duygulardan daha çok akla vurgu yapan alanları ayrı tutmada fayda var. Çünkü bin yıl öncesine ait dünya ile şu an yaşamış bulunduğumuz dünyanın gelişmişlik farkını çoğunlukla bu bilim dallarına borçluyuz. Bu alanlarda yapılan sorgulamalar, fikirler ve araştırmalar sayesinde günümüz modern insanı daha çağdaş düşünür hale gelmiştir ve daha modern bir dünya kurulmuştur. Burada en önemli kısım, yaşama tutunurken ne için tutunduğunu bilmeyen, sorgulamayan ve bir an olsun düşünüp, ‘ben burada ne yapıyorum, varlığımın bir amacı var mı?’ gibi yaşamın en temel sorularını kendine sormadan sadece anlık zevk ve arzulara tutunarak yaşam süren insanların bencil ve hırslı tutumudur. Bu konu beni evvelden beri hep iğneler. Rahatsız eder çünkü fıtratımızda olan bu yaşama, güvende olma, cinsellik, mutluluk, şüpheden uzak bilgi edinme, amaç, adalet duyguları ve diğer birçok etken içimizde doğal olarak bulunmaktadır.

Bu makalemde insanların bu en temel doğal arzularını sorgulamayıp sadece anlık haz ve şehvete odaklanarak bu dünya nimetlerini kendi hazlarına uygun forma sokmalarıdır.

Buradaki dünya nimetlerinden kastım, ‘Bilim, tıp, felsefe vs.’ gibi yaşamsal etkenler değil, sanat, edebiyat, müzik, aşk gibi istismar edilen nimetlerdir.

Şunu da belirteyim ki bu alanları kötülemek için değil, istismar edildiği gerçeğini vurgulamak için bu yazıyı paylaşıyorum.

Gereğinden fazla aşk, sanat; edebiyat, müzik vs. gibi duygulara hitap eden uğraşlar bir zaman sonra insanları aptallaştırdığı kanaatindeyim. Çünkü insanlar bir zaman sonra bu uğraşları bir amaç değil; hazza giden yolda bir araç olarak görüyorlar. Örneğin aşık olmanın her ne kadar bir bilimsel açıklaması olsa bile, aşık olmak oldukça güzel bir duygudur. Sevmek ve sevilmek, mutlu bir aile kurmak ve neslin devamı için elbette bu duyguya ihtiyaç var. Fakat bu duygunun nasıl istismar edildiğini gelin hep birlikte inceleyelim:

‘’Genellikle ergenlikle başlayan, karşı cinse ilgi duyma eğilimi insanoğlunun tabii bir durumudur. Bu duyguyu istismar eden tip örneklemesini şu şekilde bir genellemeyle anlatalım: On yedi- on sekiz yaşlarına yeni gelmiş bir genç, okulda, çevresinde veya sosyal medyada gördüğü bir başka genci sevmeye ve ona ilgi duymaya başlar. Bir şekilde etkileşime geçilip konuşulmaya başlanır. Daha sonra bu konuşma sıklığı gün geçtikçe artar. Fakat bu konuşma daha sonrasında gayrimeşru muhabbetlere gider ve gençler artık hormonlarında etkisiyle iyice birbirlerine bağlanırlar. Daha sonra buluşma planı yapılır. İlk günler sadece karşılıklı muhabbet ve utangaçlıkla birlikte daha sonraki günler artık gençler daha fazlasını isteyecek ve bunu ‘Aşk’ adı altında yapacaklardır. İlk el ele gezmeler başlar, sarılmalar vs. konu uç noktalara taşınır. İstisnalar olmakla birlikte insanların neredeyse yüzde doksanı bu şekilde bir ilişkiye girerler. Aralarında evlilik hukuku olmayan bu gençler bir süre sonra birbirini kıskanmaya başlar. Ve en nihayetinde ayrılık korkusuyla diken üstünde yaşamaya başlarlar. Birlikteliğin getirdiği kıskançlık duygusu ve ayrılık korkusu bir zaman sonra gerçekleşir. Ya taraflardan biri güven duygusu vermez yahut taraflardan biri diğerini aldatır ya da ayrılık gerçekleşir. Daha sonra taraflar bu acıya dayanamaz ve ‘’nerede hata yaptık biz?’’ diye anlamsız çözüm arayışlarına girilir. Gençler yaptığı hatanın sebebini bulamadıkları için ya kendilerini alkol, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklara vurur ya da cinayet, intihar gibi sonu felakete dayanan bir çıkmaza girer’’. Peki insanlar bu ilişkilerin meşru olduğuna kendilerini nasıl ikna ettiler? Örneğin ailede ve yetiştiği çevrede ‘’gençler birbirlerini sevmişler, bırakın biz yaşayamadık onlar yaşasın’’ sözleriyle gençler vicdanını rahatlatır. Ya da medyanın sunmuş olduğu ‘aşk filmleri’ öylesine ahlaksal bozulmaları beraberinde getiriyor ki, insanlar bir süre sonra aptallaşıyor ve sorgulayamaz hale geliyorlar. Dolayısıyla bu durum da hayatın tabii bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

İnsanlar bu yaşanan olaylara ‘Aşk acısı’ der ve herkesin yaşadığı gibi bende yaşıyorum diye kedini avutur. Fakat daha sonra bu gayrimeşru ilişkilerin getirdiği acıyla insanlar saçma sapan aşk hikâyeleri, aşk şiirleri, aşk şarkıları, aşk filmleri gibi sanatsal faaliyetleri kendi arzularına uygun bir forma sokarlar. Herkes yaşadığı gayrimeşru ilişkiyi bir hata olarak değil estetik bir kisveye giydirerek meşrulaştırmaya çalışır. Her birey kendi acısına uygun bir şiir, şarkı, film vs. icra eder. Bakın burada aşk filmlerini, aşk şiirlerini, şarkılarını eleştirmiyorum. Kendi gayrimeşru ilişkilerine bu güzelim sanatları alet etmelerini ve bunu da hayatın tabii bir gidişatı olarak sunan insanları eleştiriyorum. Aşk yaşanmasın da demiyorum; insanlar birbirini sevmeli, görüşlerini birbirlerine sormalı yahut genel bir tanımlamayla birbirlerini tanımalı. Fakat bu iş meşru dairede yapıldığında emin olun iki tarafta abartılı acılar çekmiyor. Çünkü birbirlerine karı-koca muamelesi yapmıyorlar. Amaçları tanışmak ve uyumlu olup olmadıklarını öğrenmek. Uyumlu olup olmadığını tabiri caizse el ele tutuşarak veya sevişerek öğrenemezsiniz. Sadece yukarıda bahsettiğim gibi, ‘bu duyguları istismar etmiş ve anlık haz ve zevk için bu işi yapmış olursunuz. Kendimizi kandırmayalım ve dürüst olalım.

Örneğin piyasada bir sürü aşk romanı, aşk şarkısı, aşk şiiri, aşk filmi gibi sanatsal icralar bulunur. Bunlar okunmasın veya izlenmesin demiyorum. İnsanlar bu sanatsal icralarla beynini uyuşturuyor ve bir süre sonra hayatın gerçekliğinden kendilerini soyutluyorlar. Bazı insanlar ömür boyu bu acıyla yaşarken bazıları da sırf haz almak amacıyla bu sanatsal icralara bağımlı hale geliyorlar. Bu insanlar aşık olduklarını zanneden birer şehvetiye topluluğu olmasın?

Kuran-ı Kerim’de bile Rabbimiz Davud’a ‘’ Ey Davud, biz seni yeryüzünde yönetici kıldık. Halkın arasında adaletle yargı ver, hevesine ve duygularına kapılma, sonra seni ALLAH'ın yolundan saptırır. ALLAH'ın yolundan sapanlara, Hesap Gününü unuttukları için çetin bir ceza vardır (Sad 26) buyurmakta ve hevesin yani anlık haz ve zevkin Allah yolundan bile saptırıcı bir etkisi olduğunu görüyoruz.

Gereğinden fazla bu gibi aşk kitapları, filmleri, şiirleriyle haşır neşir olmak bir süre sonra bir de insana keder verecektir. İnsanların hakikate ulaşmada akıllarını kullanmaları önemli bir etken. Fakat dünya hayatının uğraşları ve aldatıcı süsü karşısında akılların sarsılarak sağlıklı çalışmasının engelleniyor ve bunlara bir de keder, sıkıntı ve acı gibi faktörlerin de eklenmesiyle insan aklı hakikati kavramaktan aciz kalmaktadır. İnsanoğlu nefsani arzuların egemenliği ile dünya hayatının ışıltısı altında çoğu zaman makul bir duruş sergileyememektedir.
Medyanın ve gayrimeşru ilişkilerini ‘cıvık ve düzmece, sahte, ahlaksız’ ilişkilerini sanat kisvesi adı altında sunanlardan Allah’a sığınırız. Bu gibi yapmacık ve nefsani insanların oyununa gelmeyelim ve her zaman aklımızı kullanalım.

‘’Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır (Yunus 100).

Yorumlar

Popüler Yayınlar